Namazı Terk Etmenin Hükmü

Namazın akıllı, büluğ çağına girmiş, hayız ve nifastan temizlenmiş her Müslümana farz olduğu konusunda görüş birliği vardır. Namazın farz olduğunu inkar eden dinden çıkar. Çünkü namaz kesin ayet, hadis ve icma’ delilleriyle sabittir. Tembellik veya umursamazlık sebebiyle namazı terk eden asi ve fasık olur. Namazı kılmamak dünya ve ahirette azaba sebep olur.
Kalbine iman yerleşmiş ve gerçek mü’min niteliğini kazanmış bir Müslümana namaz kılmak ağır ve zor gelmez (bk. Bakara, 2/45). Mü’min, namazlarına ara vermeden devam eder (bk. Meâric, 70/22-23). Namazlarını zevkle ve isteyerek kılar. Yüce Allah, Kur’ân’da, namazı üşenerek kılmayı (bk. Nisa, 4/142; Tevbe, 9/54) veya namazı terk etmeyi münafık (bk. Tevbe, 9/54) ve kâfirlerin niteliği olarak zikretmiştir (bk. Müddessir, 74/44).
Hür iradesiyle iman etmiş gerçek bir mü’minin, her türlü ibadetin kendisinde toplandığı namazı, terk etmesi asla mümkün değildir. Yüce Allah, Kur’ân’da nefsinin arzularına uyup namazlarını kılmayan kimselerin cezalarını çekeceklerini bildirmiştir: “Onlardan (peygamber ve sâlih kimselerden) sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki onlar, namazı zayi ettiler ve nefsinin arzularına uydular. Bunlar, ‘ğayyâ’ya atılacaklardır.” (Meryem, 19/59)
Namazını vaktinde kılmayı unutan kimse, hatırlayınca hemen namazını kılar. Unutmasından dolayı bir vebal yoktur (Buhârî, Mevâkît, 37). Farz oluşuna inanmadığı ve önemsemediği için namazı kılmayan kimse mü’min değildir. Çünkü Allah’ın kesin emrine inanmamaktadır. Farz oluşuna ve önemine inandığı hâlde tembelliği, ihmalkârlığı ve meşguliyeti sebebiyle şer’î bir özrü olmadan namazını kılmayan kimse büyük günah işlemiş olur. Peygamberimiz (s.a.s.), Hz. Âişe’ye; “Namazı kasten terk etmeyin. Kim namazı kasten terk ederse, Allah’ın ve Resûlü’nün himayesinden uzak olur” (Ahmed b. Hanbel, VI, 421) buyurmuştur.